Geçtiğimiz Ocak ayında Net Gazete okurlarıyla buluşturduğumuz sevilen yazar Serhat Kaya, kaleminin cesareti ve hikâyelerinin içtenliğiyle ...
Önceki söyleşimizde yazmayı bir cesaret göstergesi olarak tanımladınız, çünkü yazar düşüncelerini ve duygularını ölümsüzleştiriyor. Peki, yazarken bu cesareti toplamak için kendinizi nasıl hazırlıyorsunuz ve bu süreçte en büyük motivasyon kaynağınız nedir?
Yazmak, bir bakıma kendimizi dünyaya çıplak bırakmak gibidir. Cesaret, yazının başında olmaz hiçbir zaman, bilakis süreçte, sürecin her anında gerekiyor. Çünkü birlikte oturup sohbet ettiğiniz, uzun hayat yolculukları yaptığınız insanlar gibi, okurla da sayfalar ilerledikçe daha samimi olursunuz. Ve asıl o zaman her cümle bir iç hesaplaşma, yeni bir yüzleşmeyi de beraberinde getirebilir. Bir kitabın yazım sürecine başlarken yalnızlaşmak, insanlardan uzaklaşmak türünden ritüellerim hiç olmadı. Aksine daha fazla gerçeğin ve gerçekliğin sesini açarım, hayatın reddettiğim, kendi yaşam alanımda sık yer vermediğim renklerinin de iç tuvalime bulaşmasına alan açarım, çoklu ve sağlıklı beslenmek isterim. Motivasyonum ise tamamen kendi iç huzurum, yazmak benim için majör bir gereksinim. Ben kitap yazmasam, yayıncım yayımlamasa, mutlaka merak eden, sosyal medyada araştıran, soran okurlar olur, belki on binlerce insan değildir bu soracak olanlar ama yüzlerce insan sorabilir. Ama 1 tek kişi bile sormasa da benim için dert değil, benim derdim benim yazmayı bırakmış olmam ve bu benim için en koyu kabustan daha koyu bir durum. Çünkü 2 ana başlık için yazıyorum, birisi kendim için; gün içerisinde bana derli toplu 10 dakikasını bile ayıramayacak kadar kendi telaş denizlerinde kulaç atan insanlara bir kitabın arasında bana bazen 3 bazen daha günü kitabımı okuyarak ayırmaları çok önemli ve anlamlı. İkincisi ise aksaklıklara işaret etmek, birlikte yaşadığım insanlara, hatta tüm habitata daha iyi, daha dingin, olabiliyorsa anlam arayış yolculuklarında epeyce istasyona varılırken yol arkadaşlığı etmek benimkisi.
Bekleme Odası’nın okurlarda uyandırdığı yankılar, sizin de belirttiğiniz gibi, bir çocuğunuzun başkaları tarafından anlatılmasını dinlemek gibi. Okurlardan gelen hangi yorum veya hikâye, bu romanı yazarken öngörmediğiniz bir etkiyi size gösterdi?
Yüksek şaşırtıcılıklarla bezeli geri bildirimler henüz almadım ama daha önce herhangi bir kitabımı okumamış binlerce yeni insanla Bekleme odası vesilesiyle tanışmak, bana şaşırabileceğim birçok insana dair farklı hayatın kapısını da araladı ve bence bu durum, en az kitaplarımın kazandığı ödüller kadar değerli ve anlam dolu.
Son olarak Antalya Kepez Kitap Fuarı’na katıldığınız. Fuarlar gibi etkinliklerde okurlarla buluşmak, yazma sürecinize nasıl bir enerji katıyor ve kitap fuarlarına dair düşünceleriniz nelerdir?
Dijital mecralar dışında bir yerde, bu yer fuarlar, söyleşiler olur veya edebiyat buluşmaları olur, kesinlikle benim adıma kitap bayramına dönüşüyor. Çünkü o buluşmaların öznesi daima kitaplar, kitaplara dair düşünceler, eleştiriler, geri bildirimler oluyor. Benim anlattıklarımın başka hayatlarda nasıl bir zemine oturduğunu, belki de oturmadığını, yüklendiği yeni tezatları ve karşıtlıkları getirip o buluşmalar kucağıma bırakıveriyor ve bunu çok seviyorum. Öğretmenin sizin sınav kağıdınızı yüzünüze okuması gibi de düşünebilirsiniz bunu, sıcak ve samimi oluyor fuarlar ve buluşmalar. Sadece şunu aracılığınızla iletmek isterim; insanlar fuarlara gelince sevdikleri yazarlarla tanışmak, sohbet etmek için geliyorlar evet, öncelik bu ama bir başka öncelikleri de “kitap almak”, mümkünse çok sayıda, dışarıda almak istediği ama pahalı olduğu için alamadığı kitapları fuarlar sayesinde yarı yarıya uygun almak hayalleri ve hakları da aynı zamanda. Fakat hepsi olmasa da önemli bir sayıda yayınevinin fuarda web siteleri ve mağazalarındaki fiyatları koruyarak fuarda yer aldıklarını gördüm ve buna okur adına üzülüyorum. Bugün kendi adıma hala sadece Kitapyurdu’ndan kitaplarımı okurla buluşturuyor, bu sayede fiyatları kontrol edebiliyor olmaktan da bir kez daha mutlu oluyorum çünkü kitapları okur için ulaşılabilir kılmak yayıncı kadar yazarın da sorumluluğunda.
Yakında yayımlanacak Nadide Adalet romanınızda İranlı bir kadının hikâyesini işliyorsunuz. Bu eserde İran’ın toplumsal ve kültürel dokusunu nasıl bir hassasiyetle ele aldınız ve bu hikâyeyi yazarken sizi en çok şaşırtan keşif neydi?
İçeriğine ve hikâyeyi ele alış biçimime dair en ufak bir açıklama yapmayacağım, sürpriz olsun. Ancak şunu söylemeliyim, 2020 yılında okurla buluşan Azad adlı romanım, yine bir kadın hikayesiydi ve çok sevilmişti, bana en sevdiğiniz kitabınız hangisidir denildiğinde hepsi birbirine yakın yakınlıkta değer ihtiva ediyor benim için ama Azad’ın kalbimdeki yeri hepsinden birazcık daha farklı diyebilirim içtenlikle. Azad’tan sonra 5 yıl boyunca bir daha kadın hikayesi anlatmadım. Şöyle de düşünebilirsiniz, Yavuz Turgul’un Eşkıya’dan sonra uzun bir zaman o duyguya yakın bir hikâyeyi perdeyle buluşturmak istememesi gibi. Tabii bir an geliyor ve siz anlatmayacağım da deseniz o hikâye, içinize sığmıyor taşıyor, toplumda gördüğünüz bir haksızlık ya da bir aksama taş olup ayağınıza takılıyor, sizi yere düşürüyor. Beni bu kez yere düşüren 2022’de öldürülen Mahsa Amini oldu. Evet, Mahsa öldürülerek bu hayattan koparıldı ama dünyada hala adalet bekleyen, eşitlik arayan adı başka, dili başka, dini başka o kadar fazla Mahsa daha var ki! Nadide Adalet’te biraz da bu duyguyla ortaya çıktı, benim İranlı olmayışım ya da bir erkek oluşum yaşanan bir zulmü ve benzeri durumları anlatmama, daha geniş kitlelere duyurmama engel değil. Nadide Adalet en az 3 ay önce yayımlanabilirdi ama Bekleme Odası kısa sürede 3. Baskısını yaptı ve onun okurla teması, hissi çok sıcak ve yeniydi, Nadide Adalet’in duygusu kendi berraklığıyla yola çıkmalıydı o nedenle de beklettik. Planlarımızda bir değişiklik olmazsa Ağustos ayının sonunda veya Eylülün ilk haftasında okurla buluşacak nasipse, bakalım.
Edebiyatı, modern dünyada hepimiz için var olan, azalan hisleri adına yeniden bir uyanış alanı olarak görüyor musunuz? Hikâyelerinizle okurlarda bir hissi yeniden uyandırmak için nasıl bir yol izliyorsunuz?
Özel bir strateji ya da bir yöne işaret etme güdüsüyle hiç yazmadım. Biraz evvel söylediğim gibi, taşan bir duygu, batan bir his iğnesi zaten ruha değiyor, aklımı bozguna uğratıyor ve açığa çıkıyor. Fakat şu var, yazdığım her kitabın ama ayırt etmeksizin her kitabın türü roman, deneme ya da öykü olsun fark etmeksizin kendiliğinden oluşan bir ayna tutuşu söz konusu oluyor. Bazen hikâyenin salt mesajıyla, gerçekliğiyle bazense bir ya da birkaç karakter üzerinden empati yaptığını itiraf ediyor okur ve bu çok güzel, içerisinde benim adıma da bolca “iyi ki” barındıran bir husus.
Önceki söyleşinizde, okurların eserlerinize ayırdığı zamanın kıymetinden bahsettiniz. Bekleme Odası veya diğer eserlerinizden gelen geri dönüşler, yeni bir romana başlarken sizi nasıl yönlendiriyor?
Şu kadarını söyleyeyim, en az bir 300 okur var ki, Bekleme Odası 2 olsun, Oliver Nathan yola, yolcuğa devam etsin istiyor. Fuarda benimle düşüncelerini paylaşan okurlar bunu bir tür yarım kalan hikâyenin tamamlanması gibi bir ihtiyaçla da değil, o karakteri kendileri gibi gördüklerini, onunla kendi ataletleri, acıları, inişleri, çıkışları üzerinden öğretiler edindiklerini ve bunun sürmesini çok istediklerini söylüyorlar. Ama şu an için böyle bir düşüncem yok, devam kitaplarına mesafeli değilim, hatta belki olur da bakarsınız ama şu an Nadide Adalet’ten sonra gelecek ve yazımını tamamladığım 3 ayrı romanım daha varken yakın bir gelecekte bu buluşmaz olmayacak gibi görünüyor.
Eserlerinizde bireyin iç dünyası ile toplumsal gerçekler arasında bir diyalog kuruyorsunuz. Sizce edebiyat, bireylerin toplumla olan bu karmaşık ilişkisini anlamada nasıl bir köprü olabilir?
Edebiyat, bireyin iç sesini toplumun gürültüsüne taşıyan ama o seslerin arasında kaybolmasına izin vermeyen çok özel öğreti ve anlam köprüsü. İnsan, toplumun içinde hem var hem yok; bazen çok var, bazen hiç yok tercihli olarak. Bu çelişkide edebiyat, bireyin yalnızlığını ve toplumu aynı anda kucaklayarak güçlü ve benzersiz yeni bir anlam da yaratıyor bana göre; “ikinci hayat” diyorum ben buna. Yüzlerce, binlerce karakter, var oluştan buyana geçen tüm tarihi zamanları içeren engin bir zaman bahçesi vaat ediyor Edebiyat. Ama hiçbir zaman okura yol tarif etme de dozu aşmam, “şöyle yap, böyle sev, bu şekilde yaşa” gibi şeyleri karakterler üzerinden bile telkin etmekten sakınırım, çünkü herkesin hayatına ve yaşayacaklarına, içinden gelen duygularına saygı duyuyorum.
Türkiye’de edebiyat ve sanat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Genç yazarlar ve okurlar için bu ortamı daha bereketli kılacak ne tür adımlar atılmalı sizce?
Türkiye’de edebiyat, tutkuyla ayakta duruyor ama daha fazla alana ihtiyaç var. Yazan insanlar için, yazma cesaretini destekleyen atölyeler, bağımsız yayınevlerinin çoğalması ve okuma kültürünü yaygınlaştıracak etkinlikler olması önemli. Okurlar içinse, edebiyatı bir lüks değil, bir ihtiyaç olarak görmek gerek. Kitap fuarları, söyleşiler ve yerel okuma grupları, bu bağı güçlendirebilir fakat ortada çok pembe çerçeveleri olan bir durum da yok maalesef. Çünkü konjonktürden ve politik iklimlerden herkes ve her şey yüksek düzeyde etkilenirken edebiyatın bundan zarar görmemesi mümkün olamıyor ne yazık ki.
Önceki söyleşinizde Azad ve Bekleme Odası’nın sizi bir okur olarak bile etkilediğini söylediniz. Nadide Adalet ile bu iki eserinizi karşılaştırdığınızda, tematik veya üslup açısından nasıl bir evrim gözlemliyorsunuz?
Çok ağlattı beni, çok. Metin ve ilerleyiş bazen gülümsetirken bazen ağlattı. Yazım sürecinde 2 kez ara vermem gerekti bundan ötürü. Ama Nadide Adalet insanları ağlatacak bir kitaptır da diyemem çünkü oradaki bir eşyanın, bir sözün veya bir mizansenin benim dünyamda, mazi pasajımda bir karşılığı olduğu için de hüzünlenmiş olabilirim. Üslup olarak bir değişim ya da sizin sorunuzdaki gibi daha yüksek bir refleks, “evrim” söz konusu mu? Buna yanıtı verecek ve diğer 2 kitabımla kıyaslayacak olan en ideal jürinin yine okurlar olacağına inanıyorum.
Bir yazar olarak, eserlerinizin okurlarda bıraktığı etkiyi nasıl hayal ediyorsunuz? Yıllar sonra, hikâyelerinizin okurlarda hangi soruları veya duyguları uyandırmasını umuyorsunuz?
İlk yayımlanan romanımdan buraya kadar geçen süre zarfında okurların en ortak görüşünün kitaplarımın bir romandan daha çok bir sinema filmi gibi olduğu, okunmuyor, adeta izleniyor denildiğini çok duydum, duymaya da devam ediyorum. Bundan ötürü çok mutluyum. Çünkü sinema filmi yapabilmek çok ama çok zordur ki biraz önce başka bir soruda ismini andığım sevdiğim de bir büyüğüm olan Yavuz Hoca mesela, Eşkıya dedik, ya da başka bir filmi Gönül Yarası, Muhsin Bey, ki sen sevdiğim sinema filmidir Muhsin Bey, bana göre bunlar senaryo olarak değil de roman olarak aynı duygu ve aynı anlatımlarla kitap formunda insanlarla buluşsa belki de Yavuz Turgul Nobel alırdı. Büyük yönetmenlerin, özellikle Auteur yönetmenlerin aynı zamanda büyük romancılar da olduklarına inanırım. Bazen bilerek bazen olağanlıkla benim de gittiğim, gitmeye çalıştığım yol bundan farklı değil. Tiyatro yaparken de hikâye anlatıyordum, bir platform üzerindeydim sadece, bugün romanların sayfaları arasında yine anlatmaya devam ediyorum, belki bir gün perde üzerinde anlatacaklarım olacak ama bir tek husus değişmeyecek ve sizin sorunuza karşılık gelecek yanıt da bu zaten; “yaşadım ben” demek. Ben bu duyguyu kendim için de kitaplarıma, ürettiklerime temas edenler için de eş değer şekilde önemiyorum.
Ödüllü yazar Serhat Kaya ile Antalya’da gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi, onun kaleminin yalnızca hikâyeler anlatmakla yetinmediğini, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerine ve toplumun nabzına dokunduğunu bir kez daha ortaya koydu. 4 ödüle layık görülen Bekleme Odası ile okurları hislerin izinde bir yolculuğa çıkaran, Nadide Adalet ile yeni ufuklar açacağını şimdiden hissettiren Kaya, edebiyatın cesaretle, anlam arayışıyla ve insana dair bitmeyen bir merakla örülü olduğunu hepimize hatırlatıyor. Onun sözcükleri, modern dünyanın yüzeyselliğine karşı bir direnç, hissizliğe karşı bir çağrı niteliğinde. Net Gazete Haber olarak, bu ilham verici sohbeti gerçekleştirmekten mutluluk duyuyor, Serhat Kaya’nın Türk edebiyatına armağan edeceği yeni eserler ve okurlarıyla kuracağı kuvvetli bağlar için kendine başarılar diliyoruz.

Hiç yorum yok
Sizlerden yorumlarınızı ve bilgi paylaşımlarınızı bekliyoruz..