“Yaşadığımız anlar sayıca çoğalırken, zihnimizde biriken anılarımız hisçe azaldı. Artık neredeyse her şey yüzeyde kalıyor ve zamanı derinlik...
“Yaşadığımız anlar sayıca çoğalırken, zihnimizde biriken anılarımız hisçe azaldı. Artık neredeyse her şey yüzeyde kalıyor ve zamanı derinliksiz yaşıyoruz.”
Yeni yılın ilk röportajını birbiri ardına kaleme aldığı kitaplarla edebiyat severlerin beğenisini kazanan Serhat Kaya ile gerçekleştirdik.
Serhat Bey hoş geldiniz. Son kitabınız Bekleme Odası yayınlanır yayınlanmaz birçok farklı edebiyat yarışmasına davet edildi, neler hissediyorsunuz?
Hoş buldum. Davet edilmek de, romanımın değerlendirilmesi için kendi seçtiğim yarışmalara bizzat seçerek bizzat katılıyor olmak da keyifli ve anlamlı. Keyif getiren kısmı herkesten uzak, bir yerlerde kendi başıma düşünürken zihninden çıkıp kağıtların üzerinde ete kemiğe bürünen cümlelerimi tanımadığım insanların okuyup kendi düşündükleri ve hissettikleri üzerinden yorumlamaları. Bu kısmı çok keyifli. Anlamlı olan kısmı ise bana yaşadığımı hissettiriyor. Herhangi bir yarışmada ödüle layık görülmek elbette güzel lakin ödüller almam halinde yazdıklarımın daha değerli olduğunu düşünmeyeceğim gibi, ödül almazsam yazdıklarımın değersiz olduğunu da düşünmeyeceğim elbette.
Sizin için yazmak zor mu? Yazarken tıkandığınız zamanlar oluyor mu?
Hayatım boyunca Yazar olmanın, doktor, mühendis ya da öğretmen olmak kadar zor olduğunu düşünmedim. Çünkü o meslekleri ifa eden insanlar için 3. kişilerce sürekli bir değerlendirilme ve onlar karşısında rutin olarak bir performans sunma hali söz konusu ve eminim bu hiç kolay değildir. Yazan için ise durum daha farklı. “Şu tarihe kadar yetişmesi gerekiyor” diyeceğiniz bir proje ya da iş gibi değildir yazmak. Ama böyle söyleyince yazmanın bir dolu disiplinsizliklerle geniş zamanlara yayılmış bir rahatlıkta ilerlediği de düşünülmemeli. Çünkü bence yazmak en başta büyük bir cesaret göstergesi, özellikle de son 50 yılın Dünyasında. İnsanlar hayat üzerine uzun uzun düşünmekten, anlam arayışında olmaktan ve kendilerini ifade etmekten artık ya kaçınıyorlar ya da bunları önemsiz buldukları için geri duruyorlar. Oysa Descartes’ın söylediği gibi tek başına sadece düşünmek dahi bir var oluş göstergesi, adeta bir devrim değil mi?
Yazmayı gerçekten bir cesaret gösterisi gibi mi görüyorsunuz, sözlerinizi biraz daha açar mısınız?
Öyle de denilebilir çünkü düşünün ki bugün birçok insan adına sosyal mecralar denen platformlardaki kişisel hesaplarını kapalı hesaplar olarak kullanıyor ya da sıfır paylaşımla sadece kim nerede, ne yapıyor diye görmek için oraya bir şeyler koymadan kullanıyor, bunun arkasında birçok kişisel gerekçe olabilir, belki kendilerine dair ortada hiçbir iz kalsın istemiyorlardır. Adeta yaşamamış gibi. Oysa yazan insan büyük risk alıyor, düşüncesini, duygusunu yazıyor, yazdığı da yetmiyor bunu kitap haline getirip kayıt altına alarak kendisinin olmayacağı gelecek zamanlar için ölümsüzleştiriyor. Mesela az önce söylediğim doktorluk, öğretmenlik gibi önemli meslek gruplarını düşünün, her biri elde ettikleri ödülleri, almaya hak kazandıkları mesleki yeterlilik sertifikalarını, doktoraları, tezleri, plaketleri ve tebrikleri evlerinde ya da iş yerlerinde herkesin göreceği yerlere koyuyorlar, tabii böyle yapmaları da gayet normal bir durum. Gazete ve dergilerde görmüşsünüzdür, 15 saat süren ameliyattan başarıyla çıkan doktor… , Üniversite sınavında ilk yüze şu kadar öğrenci sokmayı başaran kurum ya da öğretmen… gibi haberler değil mi? Ama işte hiçbir doktor için ölümle sonuçlanmış bir ameliyatın ya da derslerinde başarısız olduğu için bunalıma girip intihar eden bir öğrencinin gazetelere yansıyan haberleri az önce söylediğim gibi alınmış ödüller ve başarı şiltleriyle beraber ev ve iş yerlerinde duvarlarını süsleyen görsellere dönüşmez değil mi? Oysa bir yazar için konu hep aynı noktadadır. Yayımlanmış 5 kitabınız mı var ya da 15, 20 mi? İsterseniz ilk kitabınız 20 sene öne yayımlanmış olsun, kitapçıya gidince son kitabınızla ilk kitabınız hep aynı raftadır. Yani başardım veya batırdım diyeceğiniz her iş aynı yerdedir.
Haklısınız, böyle düşünmemiştim. Peki yazdıklarınızı okurların beğenmeleri veya beğenmemelerini önemser misiniz, yoksa yazdığınız bir kitabı sadece kendinizin beğeniyor olması bile yeterli bir tatmin noktası mıdır?
Elbette bir noktaya kadar mutlaka insanların yazdıklarımla ilgili düşüncelerini önemsiyorum, çünkü yazdıklarımı okumak için ömürlerinden zaman ayırıyorlar, bu çok kıymetli. Mesela kitaplarımı okuyan insanlarla saatlerce sıkılmadan konuşabilir, düşüncelerini uzun süreler keyifle dinleyebilirim. Bu size benzeyen birini, hatta belki de çocuğunuz gibi birinin bir başkası tarafından anlatılmasını dinlemek gibi bir şey. Ama işte yine çocuğunuz gibi düşünecek olduğunuzda insanların sizin çocuğunuzla ilgili söyleyecekleri iyi ya da kötü şeyler çocuğunuza olan sevgi ve ilgi düzeyinizi etkilemez. Çok kati bir şekilde ifade etmem gerekirse, düşünme tarzını sevdiğim, söylediklerinden etkilendiğim ve bildiğim konulara bilmediğim ve beni şaşırtan türden yeni perspektiflerle bakmama vesile olan bazı insanların kitaplarım hakkındaki düşüncelerini çok değerli ve öğretici buluyorum. Ancak günün sonunda eğer ben yazdığımdan yeterince tatmin olmuşsam, daha sonra “neden böyle yazdım, keşke bunu yazmasaymışım” diyeceğim bir durum söz konusu olmuyor çünkü o yazılı metin okurun son halini gördüğü halini alana kadar oldukça uzun süreler benimle beraber yolculuk yapmış oluyor ve özümseniyor.
Ama yine de her yazarın hayalidir Nobel Edebiyat Ödülü almak. Mesela ileride bir gün sizin yazdığınız bir kitap Nobel kazansa, bu sizi mutlu etmez mi?
Yazdıklarımın çok ileride bir gün global bir düzlemde beğenilmesi muhakkak hem beni hem de ülkem insanları arasında var olduğunu bildiğim “başka insanların başarılarına sevinebilen” azınlıktakileri de mutlu eder. Fakat bu Nobel ya da onun kadar bilinen bir ödül alındığı için değil; benim adıma dili başka, kültürü başka, yaşanmışlıkları ve ezberi başka toplumlar tarafından yazdıklarımın okunuyor ve okunacak olması beni alınan ödülden çok daha mutlu edecek asıl husus olacaktır. Burada yine ilk sorduğunuz sorulardaki gibi bir merkeze varıyor bu son sorunuz. Çünkü Nobel Edebiyat Ödülü ya da başka bir ödül almayı hedeflemek, bunu düşünerek, buna koşullanarak yazmayı da geçtim, bunu sürekli düşünüyor ya da hayal ediyor olmak bile bence üretmeye teşvik edecek türde olumlu bir etkiden daha çok olumsuz bir etki ve yersiz bir baskı oluşturacaktır insanın üzerinde. Ben zaten kendimi bildim bileli yeterince hem kendi hayatımdaki genel sorunlar hem de birlikte yaşadığım toplumun maruz kaldığı haksızlıkları ve yoksunlukları düşünmek gibi yüksek basınçlı bir baskıyla mücadele ederek yaşıyorum. Bu baskıların üzerine bir de adı Nobel vb. gibi benim adıma bugün için ürettiklerime paralel zaten hak edilmesi bile çok ütopik olacak şeyleri hayalle dert edinmek oldukça lüks, hatta manasız olur. Ayrıca okuyanlarca sözlerim eğer şımarıklık gibi addedilmeyecekse yeri gelmişken bahsettiğiniz o büyük ödüle dair kendi payıma şunu da söylemek isterim; Yaşar Kemal’e verilememiş olan Nobel Edebiyat Ödülü benim için çok yüksek bir değer falan da ihtiva etmiyor.
Yaşar Kemal’e verilmedi doğru ama ülkemizden Orhan Pamuk bu ödülü kazandı.
Çok düz söyleyeceğim, o konuya hiç girmeyelim çünkü yönelttiğiniz bu soruya yanıt vermek benim bilincimdeki halâ nasırlaşmamış bazı canlı düşüncelerimin üzerine basar ve maazallah birileri için hiç istemesem de sırf kendi değer yargılarıma göre yine doğru olanları konuşacağım için kırıcı veya yaralayıcı cümleler kurabilirim, gerek yok. Ayrıca sakın sizi eleştirdiğimi düşünmeyin lakin yazan ve üreten insanlara ödüllerden, yani bana göre güzel bir pastanın sadece üstündeki kreması ya da köpüğü olmaktan öteye geçemeyen magazinel konulardan farklı olarak, daha çok konuşmaya ve anlatmaya teşvik edici sorular sorulmalıdır diye düşünüyorum naçizane.
Peki. Genel olarak hayatınız nasıl gidiyor, mutlu musunuz? Etrafınızdaki konulara ve insanlara bakınca neler görüyorsunuz?
Kendi adıma hissettiklerim elbette önemli ama bu bireysel önemlilik de bir yere kadar. Çünkü düşünün ben mutluyum ama içinde nefes aldığım ortamlar ve yaşam çemberimdeki insanlar eğer mutsuzlarsa benim yaşadığımı mutluluklar da çok uzun soluklu olamıyor. Ya da tam tersi, ben mutsuzsam ve etrafımdakiler mutlularsa elbet bir andan sonra o mutluluk bana da yansıyor ve beni de iyileştirebiliyor, aynı şekilde az önce söylediğim şekilde var olan yaygın bir mutsuzluğun beni de içine çekerek hasta edeceği gibi. Yani insanoğlunun çağlar boyunca süregelen hayat yürüyüşü takvimde zamanlar değişse de günün sonunda ya birlikte ağlamaya ya da birlikte gülmeye varıyor, bu çok açık. Bugünden adı yarın olan zamanlara bakınca da maalesef çok fazla ümitvar değilim ve yakın gelecekte çok huzurlu zamanlar yaşayacağımızı da zannetmiyorum ne yazık ki. Özellikle bu yüzyılın insanları olarak tarihe bir dolu yaşanmamışlık ve çuvallama bırakacağımız da aşikâr. Ve bence daha da tuhaf olanı, bunca yaşanmamışlığa rağmen sanki çok şey yaşıyormuşçasına bir gösterme telaşı içinde debeleniyor insanlık. Hafızasız cümlelerimiz, birbirinin tıpkısı olan, neredeyse duygusuz “beni görsene, beni duysana” der gibi sessiz çığlıklar atan bir dolu fotoğrafımız var. Bence günümüz toplumlarının ortak majör sorunu şu ki; ömürler bir şekilde tükenip gidiyor ama bu ömür zamanlarında yaşadığımız anlar sayıca çoğalırken, zihnimizde birikmesi gereken güzel anılarımız hisçe azaldı; neredeyse her şey yüzeyde kalıyor, zamanımızın büyük bir kısmını adeta karanlıkta geçiriyor gibiyiz ve en kötüsü de artık birçok insani duyguya tam manasıyla temas etmenin sanki biraz fazla uzağındayız, derinliksiz yaşıyoruz. Şimdi bu sözlerimi okuyanlar kendilerine sorular sorup hemen durumun sağlamasını da yapabilirler; örneğin son 10 yılda kaç kez aşık oldunuz? Kaç kez birilerinin sizi çok sevdiğini hissettiniz? Sevildiğinizi işiterek duydunuz mu demiyorum, dikkat edin; “hissettiniz mi” diyorum. Yaptığınız kaç tane iş ya da herhangi bir yeni başlangıçta yüksek heyecanlar doldu yüreğinize? “Bu insana kendim gibi güveniyorum” diyeceğiniz 15-20 insan var mı hayatınızda? İşinizle ya da özel günlerle ilgili kutlamalar veya size işi düşenlerin araması dışında gün içerisinde kaç uzun telefon görüşmesi yapıyorsunuz? Galiba hepimiz hayatın sadece bir kez yaşanabileceğini sık unutur olduk ve en kötüsü de, birazı kaderlerimize bağlı ama çoğunlukla da kendi oluşturduğumuz dar alanların içine sıkıştırdık ömür zamanlarımızı. Böyle olunca da ortaya çıkan tablo üzücü de olsa bana şaşırtıcı gelmiyor.
Peki yeniden size dönersek, kitaplarınız arasında en beğendiğim şudur diyeceğiniz kitabınız ya da kitaplarınız hangileridir?
Bu sorunun birçok şaire şiiri, birçok müzisyene bestesi ya da söylediği şarkısı ya da bir yönetmeni filmi için sorulduğunda genelde yuvarlama cevaplar verildiğine tanık oldum. Evet, ben de tüm kitaplarımı ayrı ayrı seviyorum çünkü hepsi farklı zamanlarda doğdular. Farz edelim hepsini 2025 Ocak ayında yazmış olsaydım, aynı hissediş zamanları ve hayatın üzerime bıraktığı benzer tortulardan doğmuş farklı kitaplar olacaklardı ve bu nedenle aralarında objektif bir değerlendirme yapmam daha adil ve kolay olurdu. Fakat yine de bir yazar olarak değil de, bir okur olarak elime alıp bugün yeniden okuduğumda beni en çok etkileyen kitabım hep Azad adlı romanım oldu. Şimdilerde de son kitabım Bekleme Odası öyle ama son kitap olduğu içi değil. Anlatılan öykü yer, zaman ve konu olarak birbirinden çok farklı olmasına rağmen aynı şekilde Azad’da hissettiğim benzerlikte gerçek hisler içerisinde olduğum için Azad’ın yanına Bekleme Odası’nı koyabiliyorum. Şunu da eklemek isterim, hayatta hiçbir konuda iddialı olmadım, mücadele etmekten mutlu olurum ama yarışmacı olmayı da seven bir yapım yoktur. Ancak 2020’de yayımladığımız Azad isimli kitabımın kapağında benim ismim değil de bestseller olmuş eserler yazmış bir romancının adı yazıyor olsa ve o kitap ülkemizdeki büyük bir yayınevi tarafından çıkartılmış olsaydı o yıl, hatta bir sonraki yıl dahi ülkenin en çok okunan kitabı olabilirdi, işte sadece bu konuda çok iddialıyım. Fakat ne ben bestseller kitap yazarıyım ne de büyük yayınevleri benim böyle bir eser ortaya koyduğum haberdarlar, heyhat.
Son olarak; Bekleme Odası’nı okuyacak olanları kitabın arkasında Zülfü Livaneli’nin sizin için sarf ettiği övgü dolu sözler karşılıyor. Livaneli gibi çok büyük bir yazarın kitaplarınız için kurduğu bu cümleleri duymak size ne hissettiriyor?
Bir başka röportajda da sorulmuştu, sanırım aynı şekilde yanıtlarsam yanlış olmaz çünkü bu özel ve benim için harikulade olan bu durumun bendeki tam karşılığı çok net; 42 yaşındayım ve bu zamana kadar bana kendimi daha iyi hissettiren başka bir an inanın hatırlamıyorum. Hani az evvel Nobel almak gibi bana bugün ve eminim uzun yıllar daha çok uzak olacak ütopik bir şeylerden bahsetmiştiniz, işte benim için kıymetli büyüğüm Zülfü Livaneli’nin Bekleme Odası’nı yayımlanmadan önce ilk kişi olması ve kitaplarıma dair söylediği cümleler Nobel alma hissinin bendeki tam karşılığıdır. Düşünsenize Zülfü Livaneli, 80lerin ortasında Cengiz Aytmatov’la, Yaşar Kemal’le, Arthur Miller ve daha birçok büyük yazarla bir araya geliyor ve Dünyanın geleceğinin sadece politikacılara bırakılmayacak kadar önemli olduğunu uluslararası bir buluşmada dile getiriyor. Livaneli, bugün halen ülkemizde aynı anda en çok insanı bir araya toplayarak, hem de bugün ki gibi sosyal medya gibi yoğun ve güçlü haberleşme araçlarının olmadığı bir zamanda 500 bin dinleyenini bir araya getirip verdiği konserle tarihe geçmiş, UNESCO’da iyi niyet elçiliği gibi görevler üstlenmiş ve kitaplarını ezber edercesine okuduğum hayran olduğum benim için edebiyat okyanusunda daima yol göstericim olan kamaş kamaş ışıldıyan bir kültür feneridir. Şimdi bu değerli ismin “Serhat Kaya romanları edebi bir panorama yaratıyor” demiş olması düşünün ki benim için bugün sadece 7 kitabı yayımlanmış bir yazarken, sizin ve Dünya kamuoyunun o çok önemli bulduğunuz Nobel Edebiyat Ödülü’nü almak kadar büyük bir mutluluk.
Bizim için zihin açan ve doyurucu bir röportaj oldu, eminiz ki okuyanlar da keyif alacaktır. Bitirirken eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Teşekkür ediyorum, benim için de keyifliydi. Ne zaman bir radyoya, panele ya da kitap sohbetleri yapılan bir oturuma katılsam hep aynı şeyi söylüyorum, onu yinelemek isterim; lütfen daha çok kitap okuyalım, çünkü kitaplar hayatınızı değiştirir, okursanız ayrı değiştirir, okumazsanız ayrı değiştirir ama mutlaka değiştirir. Dünya halkları için barış, huzur ve sağlıkla dolu geçecek bir yeni yıl olmasını diliyorum, sevgi ve hürmetle.
(Okumak isteyenler Serhat Kaya’nın yeni kitabı Bekleme odası ve diğer kitaplarını Kitapyurdu’ndan sipariş edebilir.)
https://www.instagram.com/serhatkayaresmi/
Hiç yorum yok
Sizlerden yorumlarınızı ve bilgi paylaşımlarınızı bekliyoruz..